Bizi Saran Enerjiler
15.07.2016 16:19Nefs-i Küll”ün zâhiri ve varlığı, bu kâinatı oluşturan cevher olan, “enerji” dediğimiz şeydir..
Eni, boyu, derinliği, ağırlığı, sınırı yoktur. Sınırsız, sonsuz kudrettir... Bir diğer ifade ile “enerji”, Cenâb-ı Hak’kın “Kudret” sıfatının açığa çıkmasından başka bir şey değildir...
"Madde" adını verdiğimiz her şey atomlardan meydana gelmiştir... Ne isimle, hangi özelliğiyle işaret edersek edelim, o şey gerçekte, atomlardan oluşmuştur.. Atomların özüne, derinliğine inersek, en alt boyutta karşımıza çıkan şey ENERJİ'dir..
İnsan bedenini de çevreleyen bir enerji alanı olduğu bilinen bir gerçektir . Bu enerji alanına çeşitli tekniklerle etki edilerek ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklara çözüm bulunabilmektedir.
İnsan vücudu, enerji üreten bir makina gibidir. İnsan vücudunun hareketleri, bu enerjiye bağlıdır. Bu enerji ise ruhtan gelir. Yâni, metafizik enerji maddî bedenimizi hareket ettirir. Materyalist ve dinsizlerin hezeyanlarının zıddına, maddî vücudumuzu ruhtan gelen enerji ayakta tutmaktadır. Hastalık denilen olayın bir yönü de vücudumuzdaki enerjilerin düzensizliğindendir. İnsanın iyi veya kötü olması, enerji yapısının düzenine bağlıdır. Yâni, ruhî ve zihnî elemler, ruhtan gelen enerji düzeninin bozulmasındandır.
İnsan vücudunda biriken ve atılamayan enerjiler ona zarar da verebilir. Abdest olayında suyun, bu fazlalık enerjiyi izole ettiği görülür. Aynı şekilde namaz esnasında fazla enerji, vücudun sivri noktalarından, yere verilir. Elbette ki biz bu enerji fazlalığını gözle göremeyiz fakat, bizim maddî bedenimize tesir eder. Ancak, ibadet ve kulluk vazifemizi îfa ederken, belki farkında olmadan bünyemizi bozan çeşitli enerjilerden kurtulmuş ve korunmuş oluyoruz. Sadece, ayın yörüngesinin değişmesiyle insanda birçok fizikî rahatsızlık meydana geliyor. Beyin ve mide hastalıkları çoğalıyor. Buna karşılık manevi bir atmosfer, insanın beyin dalgalarını düzenliyor.
Biz, tabiattaki bütün enerjilere, hareket yapmaya yönelik güç ve kuvvet mânâsı veriyoruz. İnsan, tabiatta bulunan çeşitli enerjileri, farklı metodlarla kullanarak hayatını sürdürür. Meselâ, yemeklerden aldığımız enerji ile hareket eder, iş görürüz. Bunun yanında, dünyada ısı enerjisi, dinamik enerji, kimyevî enerji, değişken enerji, elektrik enerjisi vs. gibi çeşitli enerjiler mevcuttur. İnsanın ruh ve hayatı, en büyük enerji kaynağıdır. Bu enerji, bütünlüğünü kaybetmeden şekil değiştirir. Yâni, doğumdan ölüme kadar, bütün beden kalıbının değişmesine rağmen bütünlüğünü kaybetmez. Biz enerjiyi göremeyiz; her maddenin enerjisi farklıdır. Yâni, görünüşte aynı olan iki şey, fizikî ve kimyevî olarak paralel hareket etseler dahi, değişik vasıf ve frekansta enerjilere sahiptirler. Madde ne kadar hızlı hareket ederse o kadar fazla enerji taşıyordun Aslında kâinatta bulunan enerji çeşitli hallere girer, fakat miktarı değişmez. Bir halden bir hâle dönüşür. Su maddî olarak, sıvı, buhar veya buz hâline gelebilir ama enerji gücü değişmez.
İnsan düşünürken dahi enerji harcar. Bu sebepten, iyi, güzel ve faydalı şeyler düşünmelidir. Malâyani, boş şeylerle meşgul olmak, akılları geveze, ruhları sersem yapar.
İLAHİ ENRJİ
-
YA ŞAFİİ Allah cin ve insanları yaratmadan evvel Şâfî ismi nasıl tecellî ediyordu?”
-
Cenâb-ı Allah’ın Şafî ismi, Allah’ın kullarına maddî-mânevî şifâ verdiğini, hastalıklarına devâ lûtfettiğini bildirir. Yeryüzünü büyük bir eczahane gibi tanzim eden Cenâb-ı Allah, takdir buyurduğu illetler, hastalıklar ve dertler için şifâyı, devâyı, dermânı ve ilâcı da yine kendisi ihsân eder. Kullarını hastalıklardan kurtarır, sıkıntılardan ferahlandırır.
-
Şâfî ismi, Kur’ân’da fiil sîgası halinde gelmiştir. Hz. İbrâhim (as), kavmine şöyle demişti: “Ben hastalandığımda bana şifâ veren Allah’tır.”1
-
Cenâb-ı Hak, arıların şifâ kaynağı olarak yaratıldığını şöyle beyan buyurur: “Bal arılarının karınlarından insanlara şifâ olan muhtelif renklerde bal çıkar. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır.”2
-
Cenâb-ı Hak Kur’ân’ın da şifâ kaynağı olduğunu haber verir. Bakalım:
-
* “Kur’ân îman edenler için hidâyet rehberi ve şifâdır.”3
-
* “Kur’ân’dan îman edenler için rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz.”4
-
* “Ey insanlar! Rabb’inizden size bir öğüt, kalplerde olana şifâ, iman edenlere hidâyet rehberi ve rahmet gelmiştir.”5
-
* “Allah mü’minlerin gönüllerine şifâ verir (ferahlandırır).”6
-
Hazret-i Âdem’e (as) isimlerin öğretilmesi ve talim edilmesi hakîkatinin, yeryüzünün halîfesi olan insanoğlunun ilim, teknik, fen ve sanatlara kabiliyetli olarak yaratıldığına işâret ettiğini beyan eden Bedîüzzaman, her bir ilim, fen ve sanatın hakîkâtinin de Cenâb-ı Allah’ın bir ismine dayandığını kaydeder.7
-
Üstad Saîd Nursî Hazretlerine göre tıp ilmi de Şâfî ismine dayanmaktadır. Cenâb-ı Hakkın yeryüzü eczahanesinde koyduğu Rahîmâne cilveleri ve devâları araştıran bu ilmin hakîkati Şâfî isminden gelmektedir.8
-
Şifâ, devâ ve âfiyetin, insanı tam minnettâr eden ve şükre sevk eden nîmetlerden olduğunu belirten Üstad Hazretleri, küre-i arz hastahanesinde maddî-mânevî bütün dertlerin ve ihtiyaçların dermanlarını ihsan eden Şâfî-i Hakîki’nin küllî şefkatinin ve kudsî Rahîmiyet’inin aslâ gözlerden kaçmayacağını ifâde eder.9
-
Bedîüzzaman’a göre hastalıklar Şâfî ismine işâret ettiği gibi, Şâfî ismi de hastalıkları gerekli kılmaktadır.10 Her bir hayat sahibi ancak Şâfî isminin tecellîsine mazhariyetle hastalıktan şifâ bulmaktadır. Her bir mahlûk hastalığa dûçâr olduğunda Şâfî isminin şefkatini hissetmektedir. Kezâ, hastalıkların perde arkası gayet sevimlidir. Hattâ perde açılsa her bir hasta, korktuğu ve nefret duyduğu hastalığının rahmet açısından gayet sevimli ve hoş olduğunu görecek ve kendisini rahmet ve şefkatiyle kucaklayan Cenâb-ı Allah’a sonsuz şükredecektir.
-
Saîd Nursî’ye göre rızık, şifâ ve yağmur doğrudan doğruya Zât-ı Rezzâk-ı Şâfî olan Cenâb-ı Allah’a aittir, perdesiz Cenâb-ı Allah’tan gelmektedir. Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâl, büyük yeryüzü eczahanesinde her derde bir devâ istif etmiş, her hastalığa bir derman halk etmiştir. Elbette tedâvi için ilâçları aramak, almak ve kullanmak meşrûdur ve gereklidir. Fakat tesiri ve şifâyı Cenâb-ı Hak’tan bilmelidir. Çünkü dermanı O verdiği gibi; şifâyı veren de O’dur.11
-
Allah’ın cinleri ve insanları yaratmazdan önce Şâfî isminin nasıl tecellî ettiği hususuna gelince;
-
1- Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, insanlar ve cinler yokken Şâfî ismine ihtiyaç duymazlar.
-
2- Meleklerin de—her ne kadar hastalık çekmeseler de—Şâfî ismine olan ihtiyaçlarını ve Şâfî isminden istifâdelerini göz ardı etmemek lâzım. Nitekim yukarıya aldığımız âyetlerde de gördüğümüz gibi, rahmet ve hidâyet de bir nevî “şifâ”dır. Cenâb-ı Hak tüm âlemleri rahmetle, tüm akıl sahiplerini rahmet ve hidâyetle kuşatmıştır.
-
3- Şâfî isminin insanlar, cinler ve hattâ melekler ötesindeki tecellîlerini kavramak ruhî kuvvetlerimizin de, aklî melekelerimizin de üzerindedir.
-
4- Allah, Vacibü’l-Vücud’dur. Ezelî ve Ebedîdir. Varlığının sonu olmadığı gibi, başlangıcı da yoktur. Mâhiyeti bizim mâhiyetimize benzemez. Varlığı, varlıkların varlığı cinsinden değildir.12
-
5- Zaman üstü ve zaman ötesi bir kavram olan “Ezel”, Allah’ın zamana bağlı olmaktan münezzeh bulunduğunu gösterir. Yani ezel, zaman itibariyle mâzîde bir uç demek değildir. Ezel’i geçmişte bir uç zaman dilimi gibi gösterip, o vakitte insanın da olmadığını nazara alarak Şâfî isminin nasıl tasarrufta bulunduğunu düşünmenin hakîkati yoktur.
-
6- Ezel’i, geçmişle birlikte şu ânı ve geleceği “birden tutan ve yüksekten bakan” bir ayna misâlinde düşüneceğiz. O halde, eşyanın vücudunda ezelin bir geçmiş zaman dilimi olarak algılanması, esas tutulması ve ona göre Allah’ın sıfatlarında zamana bağlı mecburî bir tasarruf tasavvur edilmesi doğru değildir.13
-
-
7- Öyleyse biz, Allah’ın Şâfî isminin ve sâir isimlerinin “yaşadığımız ve hissettiğimiz” şu andaki tecellî ve tasarruflarını kavramakla yükümlüyüz.